Gıcık bir insanım ben. Şimdi isterseniz kısaca bir göz atalım duruma. "Şimdi kısaca bir göz atalım" cümlesi ile başlayan her şeye gıcığım, en baştan söyleyeyim. Neden kısaca, neden göz atalım. Uzun uzun olsa kısaca olacağına, göz atacağımıza yaşasak... Neredeyse hayatımızın özü oldu bu kısaca göz atmak. Hatta böyle diyologlar bile var; -Baba naber, hayat nasıl gidiyo? -N'oolsun be olm, kısaca bir göz atıyorum! Ya da; -Lan Aaamet, manita yapmışsın ne iş? -Yaptık walla, kısaca bir göz atıyoruz birbirimize!
Çıldırasım geliyor, böyle düşünenleri görünce elektrikli testere ile doğrayasın veya yatırıp yere, pnomatic machine ile (Türkçesini bilmiyorum. Hani şu yolları deldikleri alet, Muder'im kısaca "earthfucker" diyor) tar tar taaaaaaarrrrr diye dans edesim üzerlerinde. Yapamıyorum... Hangi birisi ile başa çıkabileceğim ki! Ben de onlardan biri olayım, katılayım sürüye diyorum. Ben de hayata kısaca bir göz atayım, bir göz gezdireyim. Olmuyor... Yıllardır deniyorum, olmuyor. Aslında her şey o kadar kolay olacak ki. Birşeyler hayatıma girmiyor, yalnızca teğet geçiyor. Sıyırırsa acır ama iz bırakmaz. Acısı çabuk geçer, hatta çok az acır. Yapamıyorum...
Hayata başlarken şartları sen koymadın ki. Sana sanal bir Dünya sundular...
28 yaş belki çok bir yaş değil. Hatta yaş değil. Ama ben yaşlanmaya başladığımı hissediyorum yavaş yavaş. Eskisi gibi değil hiç bir şey. Hiç bir zaman da olmayacak. Benim için olmadığı gibi hiç birimiz için olmayacak. Çok denedim. Bir o kadar da yanıldım... Doğruyu bulduğuma inandığımda doğrular benden o kadar uzak oldular ki. İnanmadılar... İnanmayınca olmuyor. İstemek başarmanın yarısıdır, inanmaksa başarmak. Buna da inanmadılar. Yazık oldu, çok yazık...
Ben yıllardır, olmayacak düşlerin peşinde miydim? Durmadan usanmadan şarkı söyledim, rüzgara karşı söylenen şarkılar mıydı?
Hayat, yapmaya çalıştıklarımız, yapabildiklerimiz, yapamadıklarımız, yarım bıraktıklarımız, tamamladığımızı sandıklarımız, mutluluklarımız, hüzünlerimiz, aşklarımız, nefretlerimiz... İşte hepsi. Herşey. Bunların toplamına hayat diyoruz. Ya da siz demiyor olabilirsiniz, ben diyorum. Bu arada aşklarımız dedim ama yanlış oldu galiba. "Aşklar" kısmı yanlış oldu yani. "Aşk" ile "ölüm" arasındaki benzerlikle açıklamaya çalışayım. Nasıl "bin kere ölmek" mecazi ise ve "ölüm" tek ve mutlaksa "aşk" da öyledir. Bir kere. Tek farkı ise "aşk ile "ölüm"ün, ölünce acı çekmezsiniz, bir nevi kurtuluştur.
Ve yaşam bize hiç aldırmadan, nasıl da devam ediyordu...
Doğum ile ölüm arasındaki kısa aralıktan bir kesit; 1995 yılı. Hatta 1994 sonları. Polat "ben dergi çıkartacam" diye yırtınıyor. Kolay iş değil. Yardım ederiz dedik. Sedat Çöloğlu ile röportaj yaptık Polat ile beraber. Amiga piyasası hakkında sorular falan soruyoruz. Mavra o zaman da var ruhumuzda. Ciddi soruların yanında "Amiga modülatör vasıtası ile televizyona bağlanabiliyor, peki buzdolabına bağlayacak bir arabirim üzerine çalışmalar var mı?" gibi mavra soruların da olduğu bir kayıt yaptık. Hala durur o kaset. Bir türlü kağıda dökmek kısmet olmadı. Bir şeyler eksik kaldı hep. Polat "şu zaman" dedi olmadı. "Bu zaman" dedi, hiç olmadı. MegAmiga'nın çıkışı yılan hikayesine döndü. Ben de ne teknik bişeyler yazdım, ne de o röportajı yazıya döktüm. İçimden gelmeyince olmadı işte. Bu arada 1995 başlarında, o zamanlar Emin'in arkadaşları olan, benimse sadece merhaba - merhaba düzeyinde muhabbet içerisinde olduğum Mert ve Timur GameShow'u çıkartmaya başladılar. Aslında kaza ile başladılar. Hayatın tesadüflerle olan garip dansının bir örneğidir bu. Kaza ile diyorum, harbi kaza ile... Timur diğer uygar insanlar gibi üst geçitten geçseydi veya kırmızıda geçmeseydi, Timur'a çarpan arabanın şöförü daha dikkatli olsaydı, falan filan işte. O zaman Timur evde oturup Hülya Avşar, televole falan seyredip sıkılmayacaktı ve GameShow diye bir şey olmayacaktı. Hıncal uluç okusa bu yazıyı "kader mi tesadüf mü?" köşesine geçer hemen. İnşallah okumaz :). Neyse başlangıç kazayla oldu ve kazalar devam etti. Ben 2. sayı çıkınca "yazarım olm ben de" dedim. Kazayla tabii. İçimde kalmış bir yazma arzusu var MegAmiga'dan dolayı, lapin gibi atladım.
Başladım yazmaya. Sonra Emin ("dostum" diyebileceğim ender insanlardan), Murat (iyi çocuktur belki ama yıldızımız barışmadı), Serkan (çok eskiden tanırım, imaj olsun diye değil gerçek salaktır!), Muder (hayatımda bir erkeğe ilk defa seni seviyorum dedim, hala daha da derim) ve sonra da çıkartmayı başardığı MegAmiga'yı da batırıp dergi batırma tabelasına bir çentik daha atan Polat (son çentik o olur inşallah). Hepsi ardı ardına geldi. Büyüdükçe büyüdü GameShow. Biz king oynardık daha eskiden, çok severdik. Bizim için king'in yerini alan bir eğlence - hobi idi GameShow. Büyüdükçe bizi aşmaya başladı. Emin'in askerliği, maddi yetersizlikler, işlerin hobi boyutunu aşması gibi sebepler GameShow'u ölüme değilse de derin bir uykuya sürükledi.
Yine düştük yollara...
Yıl 1999, aylardan Haziran. Kurtluyuz ya! Dürttü bizi bişeyler. Kaşındık yani. Hadi tekrar dedik. O kadar kolay değil ki herşey. Belki de çok kolay. Çektik Besmele'yi başladık çalışmaya. Eğer GameShow fanatiği iseniz, ilk baştan beri takip ediyorsanız gelişmelere sizler de şahitsinizdir. O kadar kolay olmadı emin olun. Çalışmaktan veya "ulan ne zaman batıcak" diye düşünmekten uykusuz geçen gecelerin veya verilen emeklerin bedelini ödeyebilecek bir mercii tanımıyorum ben. Kimse ödesin de demiyorum zaten. Biz yoldan gönüllü çıktık, bir bedel varsa onu da öderiz.
Sen varsın ya. Her şey senden önce ve senden sonra...
Aşk dedim demin. GameShow benim aşkım olmadı. Bir Elif olmadı ama yegane tutkum oldu. Kopamadığım, bırakamadığım, sağlığıma ve cebime zararlı olduğunu bildiğim halde ısrarla devam ettiğim... Günde 5 paket içtiğim sigaram, gürültülü ortamlarda elimdeki kadehim gibi. "Bırakıcam olm ben bunu" demekle bırakılmayacak bir şey oldu. Hiç bir zaman "kısaca bir göz" atmadım. Doya doya yaşadım. Kısaca göz atanlar, fareler gibi terk etti gitti. Onlara da kızamadım, tarzları bu. Ama işte, ben yapamadım...
Görebildiğin yeterli olmayabilir...
Gıcık bir insanım ben. Özellikle de "kısaca bir göz atanlar"a gıcığım. Aklıma geldi, söyleyeyim dedim...