Sizlere bilgisayar oyunculuğu ve GameShow hakkındaki ( ki GameShow Tüerkiye’deki bilgisayar oyuncularına diğerlerinden önce bir zamandan beri çok şeyler vermiştir ) görüşlerimi bir sohbet tadında aktarmak istiyorum bu yazıda.

Öncelikle oyuna nasıl başladığımdan söz etmeyi planlıyorum. Daha sonra ise dergiyle tanışma maceralarımdan bahsederim herhalde.

Benim oyunlarla tanışmam bir çok kişi gibi direk bilgisayarla değil, " atari " tabir edilen oyun makinaları ile oldu. İlkokul 5’e gittiğim sıralar arkadaşlarımın konuşmalarından çok etkilendiğim bir gün, annemden misket alacağım bahanesiyle aldığım paralarla o oyun salonlarından birine girdim. İçerisi havasız ve olabildiğine gürültüydü. En çok, arkadaşlarımın muhabbetlerinde geçen Street Fighter adlı oyunu merak ediyordum. Küçük boyumun da verdiği avantajla bir makinenin sırasının en önüne geçtim. Gördüğüm şeyden oldukça etkilendiğimi hatırlıyorum. Ama oynamaya başladığımda pek hoşuma gitmemişti. Bana rakip olan çocuk, oyun kolunu evirip çevirip türlü-türlü hareketler yaparken, ben ancak seçtiğim adamı sağa sola oynatmakla yetiniyordum. Sonuç malum. Bu ilk deneyimimdeki beceriksizliğimden olsa gerek bir daha hayatım boyunca action oyunlarına hoş bakmadım. Neyse, ilerleyen günlerde bir arkadaşım Commodore 64 isimli efsane bilgisayarı aldı. Bu hareketinden dolayı o küçük halimle onu kınadığımı hatırlıyorum ( başka bir ifadeyle ona “ salak ” demiştim içimden eheh! ). Bir insan neden o vurdulu-kırdılı yada garip uzay konulu oyunları oynamak için o kadar para verirdi ki? Sonraki günlerde merakıma yenilip bilgisayarı görmeye gittim.Sanırım o gün hayatımdaki dönüm noktalarından biridir. Arkadaşım Almanca bir strateji oyunu oynamaya çalışıyordu. İnanılmaz etkilenmiştim. Ordular biriktirip, kaleler inşa edilebiliyordu bu oyunda ( eskiler bilirler oyun bir nevi Defender of Crown gibiydi ). O günden sonra babama bana da bilgisayar alması için yalvarmaya başladım, tabi her gün yüzsüzce C64’ü olan o arkadaşıma gitmeyi de ihmal etmiyordum. Ama bütün bu psikolojik baskılarıma rağmen babam bana sonraki yıla kadar bilgisayar almadı. Dediğim gibi ardan 1 yıl geçtikten sonra, ilk bilgisayarım olan Amiga 500’ümü almıştım. Teknik özellikleri benim için pek önemli olmasa da bu aletin 0.5 Mgb ram’i ve 7.14 Mhz işlemci hızı bulunuyordu. Şu andaki bilgisayarlarla mukayese edilemez ama o zaman için inanılmaz bir hesap gücü idi bu. Tahmin ettiğiniz üzere ilk aldığım oyun türünü bilmediğim bu “ kale yapmaca saldırmaca “ oyunlarından Defender of Crown’du. Deliler gibi oynadığımı hatırlarım. Zaten o zamanlar ne okul derdi ne hayat derdi hiç biri yok. Sadece hayal gücünüzle yaşıyorsunuz tabi. O sıralar halen Türk oyun dergiciliği adına bir efsane olarak gördüğüm 64’ler dergisiyle tanışmıştım ve tabi ki Murat Adanç’ın o muhteşem yazılarıyla. Artık tam bir Mac fanatiği olmuştum diyebilirim. Bu arada belirtmem gerek ki 64’ler gerek espri anlayışı gerekse dergi yazarları arasındaki sıcak ilişkiler olarak GameShow’a çok benziyordu. Zaten 64’ler yazarlarının bazıları GameShow’da da yer aldılar. Bunlardan benim bildiklerim Ertunç Burak, Şahin Derya ve tabi ki Murat Adanç. Neyse daha sonraları Amiga Dünyası adlı dergi yayın hayatına başladı. Amiga dünyasını pek sevmesem de bugün GameShow’un vazgeçilmezlerinden Polat Yarışçı’da orada yazıyordu. Ayrıca yine yazılarından hatırlayacağınız Hüseyin Yeşilbaş abimiz de oradaydı...Amiga ile mükemmel denilebilinecek yıllarım geçti. Fakat Commodore firmasının pazarlama da yaptığı büyük yanlışlıklar neticesinde insanların taptığı bu makinenin de fanatikleri birer birer Pc sektörüne kaymaya başladı. İşte Amiga’nın bu son zamanlarında Zebani ve ekibi MegAmiga adlı bir bilgisayar dergisi çıkartmaya başladılar. Bu dergide yazılarına adeta taptığım Murat Adanç’ta yer alıyordu...

Ayrıca o sıralar Pc’ci arkadaşlarımdan yeni ve çok eğlenceli bir derginin çıktığını duydum ama doğal olarak nefret ettiğim Pc’ler için çıkan bu oyun dergisini de hiç önemsemedim. Fakat o nefret ettiğim, o zamanlar için grafik kalitesi Amiga ile yarışamayacak kadar kötü olan Pc’ler, Doom denen texture-mapping türü oyunların atası olan oyunun popülerliğinden de yararlanarak git gide puan kazanıyordu. Zavallı Amiga’nın grafik kalitesi her ne kadar üstün olabilse de Commodore firmasının yeterli teknik desteği sağlayamamasından dolayı işlem gücü 40 Mhz’lik 386’lar yanında zayıf kalıyordu. O kadar gelişmiş özelliklerine rağmen Amiga’nın multitasking ( aynı anda iki programı çalıştırabilme ) becerisini bile uygulayamayan Pc’ler sonun da piyasaya hakim olmuştu ( ayy! Hüzünlendim bir an ). Neyse, Zebani önderliğindeki MegAmiga dergisi Amiga’nın bu popülerliğini yitirmesiyle gitgide okuyucu kaybediyordu. Derginin 3. veya 4. saysında Murat Adanç ayrılarak biraz önce bahsettiğim o Pc dergisinde yazmaya başladı. MegAmiga dergisi de kapandı. Amiga devri sona ermişti...Bende her ne kadar direndiysem de sonunda Amiga’mı 9 milyona satarak bir 486 aldım.

Yeni Pc’im için ilk aldığım dergi doğal olarak Murat ustanın yazdığı o dergi yani GameShow’du. GameShow’u 7. sayısından itibaren düzenli olarak almaya başladım. Artık her aldığım yeni sayıda dergi elemanlarıyla seviniyor onlarla üzülüyordum. Bu hiç görmediğim insanları benimsemiştim adeta. Her biri benim için iyi tanıdığım birer dost olmuşlardı. Bunları yazarken bile hayret ediyorum ama bu böyle...Lise 2’ye gittiğim sıralar GameShow frp köşesi yazarı Muhammet Dabiri abimin Kamer’de düzenlediği frp toplantılarına katıldım. İlk olarak o zamanlar Kamer’i, Engin ve Emin abiyi gördüm. Aralarındaki espirili atışmalara ilk orada şahit oldum. Bu günlerin devamında Muhabbet abinin sayesinde masaüstü frp’sinin inceliklerini öğrendim. Daha da önemlisi Muhammet abinin bana veya diğer okurlara karşı gösterdiği saygıyı ve sevecen tutumlara şahit oldum ki, bu olaylar o bilmese de beni çok etkilemiştir. Devam eden yılda ülkemin gençlerini çok yıpratan bir olay olduğu su götürmez bir gerçek olan Öys ( ayy...lafı bile ürkünç ) derdiyle uğraşıyordum. Tabi o sıkıntılı yıllarımda yine GameShow okumaya devam ettim. Neticede okuluma girdim. Üniversite yaşamımın başlarında sanırım herkesin yaşamış olduğu bir duyguyla daha önce hayal ettiklerimi gerçekleştirmeye yöneldim. Kitaplarımı okudum, frp oynatmaya başladım, müzik konusunda atılımlarımı yaptım (ehehe!)...Geçen yılın başına kadar bu böylece devam etti. Geçen yıl -zannediyorum ağustos ayında- Sihir kafedeki bir oyundan çıkmıştım ki bir arkadaşım ( selam Cengiz ) bana Kamer’in yeni gaming center’ının açıldığını söylemesiyle hayatımda ikinci defa Kamere gittim. Çevremdeki insanlar deliler gibi Delta Force oynuyorlardı. Ben de bu gerçekçi oyunu çok sevmiştim ama bir türlü beceremiyordum. Bu yüzden takımlarda yer alamama da sinir oluyordum tabi. Bu oyun uğruna evimin olduğu Bahçelievler’den hergün Beşiktaşa gidiyordum. Tabi bunda orada tanıştığım benim gibi oyuncu gençlerinde bulunmasının etkisi var. Kamere gide gele nerdeyse tüm GameShow tayfasıyla tanışmıştım. Bu arada GameShow’un kötü gidişatı yüzünden dergi malum bir kapanmaya uğradı. İşte tam bu sıralar benim bugün Kamer gençliği olarak tabir ettiğim ve benimde içinde bulunduğum bir grup Kamer gaming center’ın diğer müşterilerinden sıyrılmaya başladı. Bir kere bu gençlerin hepsinin uzun bir oyun mazileri vardı. İlk başlarda Delta Force’un birleştirici gücü ile, daha sonraları oyuncu olmanın getirdiği ortak yanları farketmeleriyle bu gençler artık arkadaş olmuşlardı. Hergün Kamere geliyor bazı geceler Delta Force başında sabahlıyorlardı. İlk başta ortak noktaları sadece oyun ve GameShow olan bu gençler gitgide daha sıkı dost oluyor ve aralarına yeni insanları katıyorlardı. Umarsızca geçirdiğim o günlerde GameShow’un yeniden çıkması söz konusu olmuştu ve yazar eksiği vardı. İşte bu noktada demin bahsettiğim oyun kültürleri üst düzeyde olan biz Kamer gençliği arasından bazılarımız deneme yazılarımızın da güzel bulunmasıyla beraber yazar seçildik. Bu yeni yazarlar; Bleda, Ali, Emrecan ve tabi ki bendim.

GameShow bana mükemmel bir arkadaş topluluğu kazandırmakla kalmadı yıllar önce hayallerimi süsleyen yazarlık konumuna gelmemi de sağladı. Bir GameShow okuruyken severek takip ettiğim dergi içi sıcak muhabbetlerin bir parçası da ben olmuştum artık. Hem de hiç yabancılık çekmeden. Çünkü yeni dergimizin yeni halindeki bazı yazarlar benim daha ilk olarak Kamer gaming center’e geldiğimde tanıştığım sıkı dostlarımdı ve hepsinin tecrübesi en fazla benim kadardı. Tabi bu sıralarda eski yazarlarla tanıştık onlarla da kaynaştık.

Anlattıklarımın ışığında GameShow dergisinin benim için ne kadar hayati bir önem taşıdığını fark etmeniz zor olmaz herhalde. Evet benim taptığım eski GameShow artık yok. Evet ayrılışlar, kapanmalar oldu. Ama yinede şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bu işin özünü oluşturan oyun sevgisi ve amatör ruh halen devam ediyor. Halen dergi içindekiler birbirlerine karşı olabildiğine sıcak ,esprili ve bunun da dergiye yansıtıldığını düşünüyorum.

GameShow’un Türkiye’de gerçekten çok büyük bir şeyi başardığına inanıyorum. İlk yıllarından bu yana fotokopi ile başlayan dergimiz fanatikleriyle inanılmaz yol katetti. Dediğim gibi insanlar dergiyi öyle benimsediler ki, hiç tanımadıkları bu insanları dostları görmeye başladılar. İnandığım başka bir şeyde başka hiçbir oyun dergisinde bu sıcaklığın olmadığı. Emin abi veya Polat abi asla onlar için yazı yazdığım patronlarım falan değil. Bu bütün yazarlar için böyle. Yazılarımı yazarken tek düşündüğüm şey yıllar yılı oyun oynamış biri olarak tecrübelerimi aktarmak.

İşte size benim GameShow maceram. Bilmiyorum bu yazıyı aranızdan kimler okuyor. Belki benim gibi eskilerden olanlar belki de daha bu ay ki sayıyla aramıza yeni katılmış olanlar. Hepinizden rica ediyorum bu güne kadar Türkiye’deki bilgisayar oyunculuğuna çok şey vermiş olan dergimize, GameShow’umuza destek olalım.

Engin Ulukurtlar